Nadir görülen meme kanseri türleri, genel meme kanseri vakalarının yalnızca küçük bir kısmını oluşturarak tanı ve tedavi süreçlerinde özel zorluklar sunar. Bu türler, lobüler karsinom, medüller karsinom ve inflamatuar meme kanseri gibi çeşitli histolojik özelliklere sahip olup, her biri farklı klinik belirtiler ve seyir gösterebilir. Genellikle, bu nadir türler erken evrede teşhis edilmeyebilir; bu da hastaların tedaviye yanıtını zorlaştırabilir. Adana’da hizmet veren genel cerrahi doktoru Opr. Dr. Metin Altınkaya nadir görülen meme kanserlerini anlattı.
Meme kanserlerinin %1.5-3’ünü oluşturan bu tür, meme dokusunda yaygın kızarıklık ve hassasiyet ile kendini gösterir; ayrıca meme cildinde çekintiler de gözlemlenebilir. Bu belirtiler, mastit (meme enfeksiyonu) ile karıştırılabilir ve yanlışlıkla antibiyotik tedavisine tabi tutulabilir. Hastalar, bazen ele gelen bir kitle bulunsa da, kitle olmaksızın da yaygın kanser hücreleriyle karşılaşabilirler. Klinik seyri oldukça hızlı ve olumsuz bir şekilde ilerler. Tanı anında hastaların yaklaşık üçte ikisinde koltuk altındaki lenf bezlerine tümör yayılımı görülmektedir. TNM evreleme sisteminde bu durum genellikle IIIB evresi olarak değerlendirilir. Başlangıçta, sistemik kemoterapi uygulanır ve gerekirse hormon tedavisi de dahil edilir. Eğer bu tedavilere olumlu bir yanıt alınırsa, cerrahi müdahale (mastektomi) yapılma imkanı doğabilir.
Bu nadir meme kanseri türü, genellikle meme başında başlar ve süt kanallarından yayılarak areola (meme ucu çevresi) bölgesine ulaşır. Belirtiler arasında hassasiyet, kaşınma, yanma ve ara sıra kanlı akıntı yer alır. Ayrıca, deride kabuklanma ve akıntı oluşabilir; bu durum, egzema ile karıştırılabilir. Doğru bir tanı koymak için biyopsi gereklidir. Hastaların yaklaşık %25-33'ünde tanı anında koltuk altı lenf bezlerinde yayılım gözlemlenir. Ancak, hastalar genellikle erken dönemde tanı aldıkları için tedavi başarı oranı yüksektir. Çoğu durumda, meme başının alınması gerektiğinden, genellikle mastektomi ve uygun hastalarda rekonstrüksiyon uygulanmaktadır.
Meme kanserlerinin %1’inden daha azını oluşturan bu hastalık, özellikle Kuzey Amerikalı ve İngiliz erkekler, Yahudiler ve Afrika kökenli bireyler arasında daha sık görülmektedir. Genelde 60-69 yaşları arasındaki yaşlı erkeklerde ortaya çıkar ve hastaların yaklaşık %20’sinde kanser tanısı konmadan önce jinekomasti (erkeklerde meme büyümesi) gözlemlenebilir. Bunun yanı sıra, bazı kromozomal anormallikler, östrojen tedavisi veya yüksek östrojen seviyeleri, radyoterapi ve travma gibi faktörlerin bu hastalığın gelişiminde rol oynadığı düşünülmektedir.
Hastalığın belirtileri kadınlarda görülenlere benzer; memede kitle, meme başında çekilme, akıntı, kitlenin ciltle birleşimi, yaralar ve ağrı gibi durumlar ortaya çıkabilir. Tümör evreleri benzer olan kadınlarla kıyaslandığında, tanı anında genellikle ileri evrede (evre III ve IV) olan hastaların hayatta kalma oranları daha düşüktür.
Tedavi süreci, modifiye radikal mastektomi (memenin tamamen çıkarılması ve koltuk altındaki lenf bezlerinin alınması) ile başlar. Günümüzde, koltuk altı lenf bezlerinde klinik bir belirti yoksa sentinel lenf bezi örneklemesi tercih edilmektedir. Gerekli durumlarda, ameliyat sonrası radyoterapi, kemoterapi ve hormonoterapi gibi ek tedavi yöntemleri de uygulanır.
Son dönemde gerçekleştirilen çalışmalar, her on bin hamilelikte yaklaşık 3 meme kanseri vakasının görüldüğünü göstermektedir. Hamilelik döneminde teşhis edilen meme kanseri hastalarının ortalama yaşı genellikle 34 civarındadır.
İlk gebelik muayenesinin ardından her üç ayda bir dikkatli bir meme muayenesi yapılması önem taşır. Gebelik ve emzirme döneminde ortaya çıkan her meme kitlesi dikkatlice incelenmelidir. Hamilelikte artan bazı hormon seviyelerinin kanser gelişiminde rol oynayabileceği düşünülmektedir.
Hamilelikte görülen meme kanserlerinin sağkalım oranları, benzer evredeki gebelik dışı vakalarla kıyaslandığında benzerlik göstermektedir. Genellikle daha ileri evrelerde tespit edilen bu kanser türleri, hastaların tedavi süreçlerini zorlaştırmaktadır. Tanı anındaki gecikmenin, gebeliğin hormonal etkilerinden mi yoksa memedeki fizyolojik değişikliklerden mi kaynaklandığı henüz kesin olarak belirlenmemiştir.
Tedavi yaklaşımları, gebelik dışındaki kadınlarda uygulanan yöntemlerle paralellik taşımaktadır. Onkolojik prensiplere uygun bir şekilde, gebeliğin seyri hakkında doğru kararlar alınmalıdır. Cerrahi müdahale, gebeliğin her döneminde uygulanabilir; ancak ek tedavilerin gerekliliğine göre gebeliğin yönetimi belirlenir.
Son üç ayda radyoterapinin doğumdan sonraya ertelenebileceği durumlar dışında, meme koruyucu cerrahiden kaçınılmalıdır. Eğer kemoterapi uygulanması gerekiyorsa, anne karnındaki bebeğe olan etkileri ve düşük riskini azaltmak için 2. trimester (3-6. aylar) dönemine kadar beklenmelidir. Genel olarak, gebeliğin ilk üç ayında kemoterapi yapılmaması tavsiye edilir, sonrasında uygulanırsa bebeğe etkisi daha az olmaktadır.
Eğer bir kadın, meme kanseri tedavisi sırasında hamile kalırsa, bu durumda genellikle gebeliğin sonlandırılması önerilmektedir. Bu öneri, tedavi süreçlerinin güvenliğini sağlamak ve annenin sağlık durumunu korumak amacıyla yapılmaktadır. Meme kanseri tedavisi almış kadınların ileride hamile kalması durumunda hastalığın kötüleşeceğine dair kesin bir kanıt yoktur. Ancak genç yaşta bu hastalığa yakalanan kadınların, teorik olarak böyle bir risk taşıdığı konusunda bilgilendirilmesi önemlidir.
Copyright © 2025 Op. Dr. Metin Altınkaya Tüm Hakları Saklıdır.